The following article may be found under :
türk aynstayni
Oktay Sinanoglu Kitabi
Söylesi: E. Caykara
© Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Istanbul, Turkey, 2002.
Note: This text uses Unicode UTF-8 inserts.
It may not print correctly under ASCII systems,
depending on the printer and/or its setup.
This text will be presented in German and in English in a few weeks.
Bir Çocuğun meraklı ve ayrıntıları kaçırmayan gözleri; bir sanatçının doğaya, insanlığa ve özgürlüğe aşık ruhu; bir bilgenin tevazu ile yoğrulmuş derin hayat bilgisi; bir vatanseverin kültürüne, kimliğini araştırıp ondan aldığı güçle duyduğu gururu; bir d~hinin şaşırtıcı ve keskin zekası... Oktay Sinanoğlunu düşününce ilk anda aklıma gelen ve aslında onu anlatmakta yetersiz birkaç tasvır...
Prof. Oktay Sinanoğlu ile 1997 yılında tanıştım; gazetecilik yapıyordum ve bir dergide kendisiyle bilim dünyası hakkında yapılan bir söyleşiyi okumuştum. Türkçe eğitim yapılmazsa bilim olmaz diyen, defalarca televizyonlara çıkmış, gazete ve dergi yazılarıyla gündeme gelmişti. Ve ben ne yazık ki ondan haberdar değildim; dünyanın el üstünde tuttuğu bu bilim adamı, üstelik Yale Üniversitesindeki görevini artık Türkiye merkezli yürütüyordu.
Şansım yaver gitti ve Yalee gitmeden önce - dönem dönem öğrencilerini takip etmek için ABDye gidiyor - onunla telefonla görüşerek randevulaştık. Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Fakültesinin devlet dairesini andıran koridorlarından odasına ilerlerken merak içindeydim. Heyecanın içinde biraz korku olan bir merak... Söyleşi, dokusu farklı birini müjdeliyordu. Yanılmamıştım. Karşımda söylediği her kelimeyi bilgi imbiğinden süzerek aktaran, konuşmasıyla zihninizi açan ve düşünmeye sevk eden, ne davranışı ne sözleriyle hiçbir şeyin takma olmadığı gerçek bir entelektüel vardı; görüşmenin bitiminde masasının üzerindeki tarih, dil ve kültürle ilgili pek çok kitaba gözüm iliştiğinde kendi alanının dışında çok okuyan, düşünen, dünyayı ve insanlığı anlamaya çalışan derya insanlardan biriyle tanışmaktan memnun, zamanın azizliğiyle daha çok konuşamadığımız için üzgündüm doğrusu.
Oktay Sinanoğlu, dünyada bir Türk bilim adamı olarak kendini kabul ettirmenin ötesinde ürettiği teoriler, çözdüğü kuramlarla çığır açmış birisi. 1962 yılında, henüz 26 yaşındayken -bürokratik işlemler iki yıl sürdüğü için gazetelere 28 yaşında diye geçse de- Yale Üniversitesinde en genç profesör unvanını aldıktan sonra Yalede bir Harika Türk, Altın Çocuk, Bilimin Harika Çocuğu manşetleriyle dünyaya tanıtılıyor... Yıllarca çözülemeyen teorileri son derece basit bir şekilde bilim dünyasına kazandırıyor. Pek çok alanda öncü oluyor, -Türkçenin korunması da dahil- ödüller alıyor... İki kere Nobele aday gösteriliyor... Bilim dünyasına değerli bilim adamları yetiştiriyor... Bilimsel alanda yaptığı son derece önemli işler dışında hayatını eğitimin Türkçe yapılmasının önemine ve Türk kimliğinin hak ettiği yere gelmesine adıyor. Tüm bilgisini, birikimini Türkiye için kullanmak üzere savaş veriyor... Türkiyede birçok üniversitenin kuruluşunda yer alıyor, araştırma merkezleri kurulması ve bilimde söz sahibi olmamız için uğraşıyor... Öncü yanı o kadar çok ve etkileyici ki bir Türk olarak bunlarla gururlanmamak imkansız, kitabı okurken keyfini çıkarmanız için burada özetle geçiyorum.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarının Nehir Söyleşileri dizisi için Mürşit Balabanlılara Sn. Oktay Sinanoğlunu önermemin ardından hayatını kitaplaştırma çalışmasına başladığımızda 2000 yılının Haziran ayıydı. Moda Çay Bahçesindeki ilk buluşmalarla birlikte yazdan sonbahara, sonbahardan kışa geçtik. Güneş çok yükselince ana mekânımız Tüneldeki K.V. Kahve oldu ve söyleşilerimizi burada sürdürdük; sessiz bir köşe, bir kafeinsiz, bir kafeinli süzme kahve -filtre değil!- ve onun meşhur purosu eşliğinde geçen keyifli saatler... Sinanoğlunun Amerika ziyaretleri ve yurt çapındaki konferansları nedeniyle kısa süreli aralar verdik ve yoğun bir çalışmayla Şubat ayının sonunda tamamladık. Oktay Sinanoğlu, geleneklerimizden gelen söylemle söyleşiler boyunca ben yerine biz demeyi tercih etti hep. 0 kadar ki tek başına ürettiği teoriler için dahi bizi kullanması kendini yaptığı işe vermesi ve onun içinde erimesinin de deliliydi; onun için ben değil biz vardı öncelikle; kendi yarattığı önemli buluş ve teorilerde dahi... Ün, şöhret peşinde kesinlikle değil; pek çok bilim adamını Nobele aday göstererek ödül kazanmalarını sağlıyor ama asıl uğraşı kendisinin alacağı ödüller değil: Kaç kere Nobele aday gösterildik. Belgelerini yolla diyorlar, iki sandık dolusu belge, üşeniyorum, yollamıyorum!
Ürettiği bilimsel teorileri bir yana bırakırsak -ki asla bırakamayız- hayatı roman olacak kadar zengin bir dahi vardı karşımda. Descartesın Düşünüyorum, öyleyse varım sözünü Varım, öyleyse düşünüyorum olarak okuyan Sinanoğlu, çok renkli, çok ilginç, çok yönlü, tüm dâhiler gibi sıradışı bir insan. 0, merkezini ABDden Türkiyeye taşımaktaki asıl amacını, ülkemizin gittikçe kangrenleşen sorunları konusunda insanları aydınlatmak ve ülkesine mümkün olduğunca yardımcı olmak olarak özetliyor. Sorunların kökeni ve gidişatı. konusunda söyleyecek çok şeyi var. Benim bizzat şahit olduğum bir gerçeği aktarmadan geçemeyeceğim. Oktay Bey, sekiz ay önce, yani söyleşimizin başlangıcında, kayıt dışı konuşmalarımızda bana inanmaya gönlümün razı gelmediği bir Türkiye panoraması çizmişti. Derin mi derin bir kriz, öz kaynaklarımızın başkaları için tüketileceği, tarım ve hayvancılığımızın biteceği, yurtdışına bağımlı olacağımız, her şeyin ithal ürünlerle döneceği bir Türkiyeydi bu ve öylesine karamsar bir tablo bizi bekliyordu ki insanlar bir an önce başka ülkelere gitmek isteyecekti... Bir dâhiye saygı duyarak dinledim, benim göremediklerimi görüyor belki diye düşündüm ama yine de bu kadar
kısa sürede o günleri yaşayacağımızı hayal edemedim doğrusu. Ne yazık ki söylediklerinin tümü doğru çıktı. 0 krizi hep birlikte yaşadık, söylediği gibi tamamen elimiz kolu-muz bağlandı, onun deyişiyle son nokta kondu ve ne yazık ki bizim için çok parlak olmayan bir geleceğe doğru tam gaz ilerliyoruz. Ve işin ilginci çoğumuz bunun farkında değil. Sn. Oktay Sinanoğlu gibi bir bilim ve düşün insanının hayatını okurken bu açıdan da sizi farklı bir portre bekliyor.
Kendisi, uzun söyleşimiz boyunca hayatının rengarenk ayrıntılarının kişisel bölümlerine yer vermeyi istemedi. Önemli olan özel yaşamım değil, herkese faydası olacak bilgilerdir, dedi ve özel yaşamından söz etmedi. Mutluluğu son eşi Dilek Sinanoğlunda bulması, ikinci eşinden üç çocuğu olması onu ilgilendiriyordu ve konumuz bu değildi. Çocuklar ve gençlerle çok güzel ilişki kurduğuna şahit olmuş biri olarak yaşadığı olumsuzlukları hatırlamak istememesini anlayışla karşıladım. Dolayısıyla bu konuların devamı olan soruları kitapta bulamayacaksınız.
Benim çalışma alanım bir üçgendir; bu üçgenin köşelerinde fizik, kimya ve matematik vardır. Bazen de son çalışmalarımda olduğu gibi biyolojiye giriyorum diyor tevazu ile. Cümleleri yaptıklarını çok basite indirgese de muazzam derinliğe sahip bir insanın dünyasına girmenin keyfini çıkarmanız dileğiyle...
Emine Çaykara
İstanbul, 15 Mayıs 2001